|
AVM'de aşk başkadır
Figen Füsun Pehlivan,
Grafik
Saati, kültür sanat
öykü deneme tadında bir AVM makalesi
Elimde evraklarla AVM'nin döner
kapısından içeri girdiğimde yüreğim sıkışıyor! Önümde yaklaşık elli
kişi var. Kapıdaki iki görevli oldukça saygılı fakat, yüksek sesle
insanlara çantalarını ve cep telefonlarını nereye bırakacaklarını
söylüyorlar.
Neyse ki on dakikalık bir beklemeden sonra sıra bana geliyor. Kalabalığı görünce
'özel bir gün mü acaba' diye düşünüyorum. Hayır
sıradan bir gün ve indirim bindirim falan da yok. Görevli,
şaşkınlığımı sorusuyla üzerimden atıyor, evraklar dikkatini çekmiş
olmalı;
-
Ne için gelmiştiniz?
Bir firmaya evrak vereceğimi
söyleyince, peki diyerek gideceğim yeri tarif ediyor. Özellikle
asansörü kullanmıyorum. 'Ne var bu AVM denilen yerde, bunca insan
akın akın gittiğine göre!' Merdivenleri kullanıp etrafı izlemek
istiyorum.
Yürüyen merdivenlerden çıkarken, karşı tarafta yürüyen merdivenden
öpüşerek inen bir çift görüyorum. İçimden AVM de aşk başkadır diye
geçiriyorum. Parlak neonlar altında, kocaman avizelerin, ışıl ışıl
dükkanların arasında, yan taraftan gelen kahve ve pasta kokularıyla
karışık öpücük güzel olmalı. Ne oldu bizim kır kahvelerine, Anadolu
Hisarı'ındaki o gözlerden uzak balıkçı lokantalarına, ne zaman
küstük sokak aralarında yapılan akşam gezmelerine?
Merdivenin öbür tarafına ulaşmak için epey yürümem gerekti. Kuyumcular, giysi mağazaları, şekerlemeciler, ayakkabı mağazaları.
Hepsi de bildik, dışarıda gördüğüm mağazalardı, oyun salonları,
oyuncakçılar. Bir sürü HOME, eskiden neydi o danteller, iğne
oyaları. Şimdi her şey hazır satılıyordu işte. Birileri senin yerine
yapıyor, işliyordu. Böylelikle sen de, bu dantelleri yaparken acaba
evleneceğim adam göz nurumun kıymetini bilir mi diye düşünmüyordun.
Para verip alınca o kadar yanmazdı canın öyle ya.
Bazı
mağazalar çok pahalıydı. Sanki sadece parası olan girebilir diye
bağırıyordu vitrinleri. Ama ben yine de kendimi mutsuz etmek için o
özel tasarım vazonun fiyatını sormuştum. Maaşımı geçiyordu fiyatı. Şeytan diyor bir ay çalış al şu vazoyu şangırt diye parçala.
Aşağıya doğru baktığımda pistin üzerinde çocuklar tekerlekli
pabuçlarla geziniyorlardı; hoş bir görüntüydü.
Demek ki insanlarda para vardı. 'Paraları olsa bile bu alış-veriş
çılgınlığı doğru muydu? Tüketim, tüket, tüüü, nereye kadar?' Sonunda
üst kata varmıştım. Yemek kokuları birbirine karışıyordu. Hepsi
marka olmuş, lezzetlerinin, güvenirliliği asla şansa bırakılmayan
yerlerdi buralar. İnsanlar, tıka basa dolu masalarda yaptıkları
alış-verişlerden sonra hem dinleniyor, hem de yemeklerini yiyorlardı.
Çekik gözlü aşçılar dikkatimi çekmişti, suşi uzmanlarıydı çoğu.
Garsonlardaki şıklık, şeflerinin önlüğün nerede ya da yanına
çağırıp, boğazındaki son düğmeyi de ilikletmesi insanda, disiplin ve
temizlik hususunda dikkatli olduklarını gösteriyordu.
Yeterince başım dönmüştü, evrakı ait olduğu yere verdikten sonra bir
garsona asansörün yerini sordum, neyse ki kendisi de aynı yere
gidiyormuş, ayaküstü biraz sohbet ettik;
- 'Burada çalışmak nasıl?' diye sordum.
-'Kapalı alan, havasız, bize sıkıcı gelirken insanlar akın akın
geliyor' dedi ve sonra gülümsedi ve
-Üç kez gelin-damat bile geldi, hatta biri kına gecesi kıyafetiyle
yerel kostümüyle geldi, dedi.
-'Ciddi misin?' dedim Benim bildiğim gelin-damat Eyüp Sultan'a ya da
boğaza yemeğe falan giderdi, 'vay be' dedim, gülüyorduk içimiz
acıyarak.
Şimdiye dek yapımı devam edenleri bir yana bırakırsak sanırım sadece
İstanbul' da yüz ondört tane AVM varmış, bu bilgiyi merak etmiştim
çünkü, niçin bu kadar rağbet gördüğünü merak ediyordum. Asgari
ücretlisi, kuru kalabalığı maalesef pek kalmayan orta gelirlisi,
kredi kartlarının dibine vuranları ve kaymak tabakasıyla insanların
tercihi AVM ler neye benziyor diye düşünüyorum.
Dizi filmlerdeki zengin konaklara benziyor, saray odalarına
benziyor. İhtişamıyla, lüx dekorasyonuyla hiç bir şey almasa bile
salt gezmek için, gözün doysun dedirtmek için inşa edilmiş
yapılardı; Kendilerini bir kaç saatte olsa, X ray cihazından aldığı
hafif radyasyona aldırmayıp, kendini özel ve önemli hissettiği bir
yerdi belki de insanların. Her şey bir aradaydı işte, çorabı,papucu,
takısı, mutfak gereçleri, ıvırı zıvırı...
Bunları düşünürken, dalmışım, garson 'şarabınızı tazelememi ister
misiniz?' diye sordu.
-Lütfen, yemek siparişini arkadaşım geldiğinde veririz.
Nar ağacının gölgesinde, ışıl ışıl denizin karşısındaydım ,
klasikler iyidir, klasikler beni hiç yanıltmadı.
Figen Füsun Pehlivan
01. 01. 2016
Yazan:
Figen Füsun
Pehlivan
Grafik ve edit.: Tevfik Elçioğlu
Son okuma:
Zeynep Sertkaya
Copyright: Bu yazının telif hakları yazarı
Figen Füsun Pehlivan'a ve internet üzerinden birincil yayın hakkı
http://tr.grafiksaati.org
internet sitesine aittir. Öykünün yazarı ve yayın hakkına sahip site
ilgili sayfa kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz. Site ve yazar
kaynak gösterilse dahi alıntı miktarı bir paragrafı geçemez. Alıntı
yapan kurum; internet sitesi ise bu siteye ve bu sayfaya link vermek
zorundadır.
Yazar ya da siteyi rencide edecek tarzdaki yayınlarda
veya zararlı alışkanlıkları öven, müstehcen, ya da aile için uygun
olmayan içerikler ile kanuna aykırı materyallerin bulunduğu yayın organlarında
hiçbir şekilde bu yazıdan ve diğer
grafiksaati.org yayınlarından
alıntı yapılamaz. Yazının ve yazarın hakları uluslararası telif yasalarıyla
korunmaktadır.
Grafik Saati online kültür sanat
müzik ve gençlik dergisi
|